Somuncu baba Şam’da Beyazıdiyye Hakkahı’nda kaldığı sıralarda tefekküratına devam ederek rahmani ve ruhani zevk ve kokular almakla beraber Şam’a gelip giden âlimlerden manevi ilme vâkıf en yüksek makamda kimin olduğunu sormakta idi. Senelerce devam eden bu arama ve beklemeden sonra Erdebil’de bulunan bir büyük zattan haber verdiler. Bu zat Safiyyüddin Erdebili hazretlerinin oğlu Sadreddîn-i Erdebilî idi.
Tebriz’in Erdebil bölgesindeki şeyhi öğrendikten sonra yola çıkar. Erdebil’e vardıktan sonra var gücüyle hocasına hizmet ederek, ilim öğrenir. Tasavvuf yolunda üstün derecelere kavuşur. Somuncu babanın kat ettiği makamlar şeyhiyle olan yakınlığını ve şeyhinin ona olan ilgisini artırmıştır. Bu durum dergâhtaki bazı ham tabiatlı dervişleri rahatsız eder. Bazı dervişler onun Moğol hafiyesi olduğunu bile iddia eder. Fakat “Hiçbir gizli olan sonsuza dek gizli kalmaz.” kuralı gereği tekkenin duvarları gece fısıltılarını sızdırıyordu.
Tekkede fısıltılar yüksek sesle dile getirilmeye başlayınca şeyh bu durumdan oldukça üzüntü duyar. Dervişleri bir araya toplayarak bu gece sohbet halkasını kuracağını söyler ve yatsı namazı sonrası herkesin tekkenin avlusunda olmasını ister.
Dervişlerden kimisi kendini yoklar. Hakkaniyetle kendilerine sorduklarında haksız olabileceklerini düşünüp bu sohbete ve ardından çevrilecek zikir halkasına kendilerini layık görmezler. Ancak Hamideddin hep hazırdır. Çünkü yolu bellidir: aşk ve ateş! Kârı da zararı da bellidir! Yola hazır yolcu gibi dönüp ardına bakmadan gidebilecek, yaslandığı ağacın gölgesini terk edecek vaziyette…
Yatsı olmuş, tekkenin avlusu mahşer yerine dönmüştür. Dervişler; siyah cüppeleri, cüppelerinin mezar toprağını andırdığı görüntüyü tamamlayan sikkeleriyle yürüyen kabir gibidirler. Bu manzarayı gören ikinci sur’a üflenmiş, mizan kurulmuş sanar. Çok geçmeden zikir başlar. Dervişler zikrettikçe kalpler titrer, titreyen her kalp “Ya hu!” diye çarpar. Hamideddin de gözlerden uzakta, sessizce zikreder.
Dervişlerin zikirleri söz ile halvettir. Zikrin şenlendirdiği tekkenin ortası, ateş etrafında dönen kelebekler gibi dönen dervişlerle dolar. Dervişler, ateşte yandıkça döner, döndükçe yanar. Halvet halinde zaman ilerledikçe zamandan kopup kendinden geçer. Sonra uçsuz bucaksız bir seyre çıkılır. Seyirler seyran olduğunda dünyadan geçilmiştir. Ötelerin can suyu dizlere can, gözlere fer olur. “Ya hû!” dedikçe ne sınır kalır ne de duvar kalır aşılmadık. Kabe kavseyn mesafeleri kısalır, hakk ile aşina buluşma yüreklerde gerçekleşir.
Erdebil tekkesinde, Sadreddîn-i Erdebilî hazretlerinin nezaretinde yapılan zikir gecenin ilerleyen saatlerine kadar sürer. Huşûya eremeyen, zikir zevkini tadamayan dervişler bir bir halkadan koparken geriye pek az derviş zikre devam eder.
Üç günü bulan zikir sonunda herkes toplanıp yaşadığı seyr-i seferi anlatır. Fakat Hamideddin yoktur yanlarında. Etrafa baktıklarında, tekkenin duvarı dibinde dünyadan geçmiş bir halde dilinde “Ya hayy! Ya hûû!” zikrini çekerken bulurlar.
Şeyh, dervişlerin içinde Hamideddin’e şöyle der:
- Hamid’im! Artık bizden alacağını aldın. Sana ne biliyorsak verdik. Nasibin tamam oldu. Sen daha yükseklere çıkacaksın. Buralarda eğleşme. Var git. Bizden aldığını büyüt. Allah-u tealânın dinini insanlara öğret. Anadolu’ya git. Geldiğin yere dön. Her gelen geldiği yere döner. Topraktan gelen de toprağa… Hâmid’im! Sadece mekânları değil insandan insana dolaş. Sana bu yolda yar olacak kişi seni bulmadan sen onu bul. Sönmüş ne kadar çerağ varsa uyandır. Aşk kılavuzun olsun. Bu yolda kılavuzsuz olursan bir günlük yolun bin yıllık olur. Aşk ateşi gönül aydınlığın olsun.”
Hamideddin, Erdebili hazretlerinden böylece icazetini alıp Anadolu’yu aydınlatmak için görevlendirilince hazırlığını yapar. Birkaç günlük hazırlığın ardından, tekkedeki dervişlerle helalleşir. Fakat onun dergâhtaki, halvetteki ve zikir halkalarındaki aşkın hallerine rağmen bazı dervişler hala su-i zanda bulunmaya devam eder.
Hamideddin, yanındaki Kızıl Bedrettin ve İnce Bedrettin ile yola düşünce, ardından bakan şeyh, bazı dervişlerin su-i zannını boşa çıkarmak için onlara şöyle der:
- Bir iddianız vardı. Hamidettin gözden kayboluncaya kadar ardından bakınız. Eğer dönüp ardına bakarsa bizde bir gönül bıraktı demektir. Bizim gönlümüzle ayrıldığından Anadolu ondan istifade eder. Şayet bakmazsa onun ilminden hiç kimse istifade edemez.
Gidenleri uğurlamak için Şems-i Tebriz-i makamında toplanan dervişler merakla arkalarından bakmaya başlar. Tam tepeye ulaşıp tepenin arkasına aşacağı sırada dervişlerin bakış amacı Allah tarafından Şeyh Hamideddin’e ma’lum olur. Gözden kaybolmadan önce geriye döner. Şeyhine ve dervişlere bakar. Sonra bir kez daha, bir kez daha…